nuzülsırasına göre sureler. sureleri nuzül sırasına göre sizlerle paylaşmamın sebebi, vahyin ruhunu daha iyi anlayabilmek, kur an ı kerim-i peygamberimize, sahabe efendilerimize ve bütün insanlığa vahyolunduğu sıralamasıyla okuyup verilen mesajları daha iyi hazmedip, idrak edebilmek. umulur ki ders alınır.
3 Al-i İmran Suresi 4. Nisa Suresi 5. Maide Suresi 6. En’am Suresi 7. A’raf Suresi 8. Enfal Suresi 9. Tevbe Suresi 10. Yunus Suresi 11. Hud Suresi 12. Yusuf Suresi 13. Rad Suresi 14. İbrahim Suresi 15. Hicr Suresi 16. Nahl Suresi 17. İsra Suresi 18. Kehf Suresi 19. Meryem Suresi 20. Taha Suresi 21. Enbiya Suresi 22. Hac Suresi 23
yoldur demektir.8 İbn Teymiyye ise şöyle söylemektedir: "Nüzûl sebeplerini bilmek âyetlerin anlaşılmasına yardımcı olur; çünkü sebebin bilinmesi müsebbebin (sonucun) bilin-mesinde amil olur."9 5 Mustafa Çetin, Nüzül Sebepleri ( Esbabü’n-Nüzul), Diyanet İlmi Dergi, 1994, cilt 30, sayı 2, s.96. 6 Ali b. Ahmed b. Muhammed b.
Buâyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) savaş esirlerini kırk vakıyye Cdörtyüz dirheme eşit olan bir tartı birimidir) fidye karşılığı serbest bırakacağım bildirir. Esirlerin arasında, amcası Abbas ile diğer amcasının oğlu Ukayl de bulunmaktaydı. Onlara da aynı fidye tatbik edilir.
SadakanınGizliliği 4 Nafile İbâdet 4 İhlas 4 Hidayet Allah’a Aittir 5 Fakir Kâfirse. 5 İnfâklarınız Aslında Sizedir 5 Ashâb-I Suffe 6 Ebû Bekir (R.A.)'In Tasadduku 6 Tasadduk Edenlere Korku Yoktur 6 Fakirlerin Gönüllerini Hoş Tutmak 7 Altın Değerinde Nasihat 7 FAİZ 7 Yüce Meali: 7 Tefsiri: 8 Faiz Eksiltir, Sadaka Çoğaltır 9 Faizler "Köpek Açlığı "Na Yakalanmış
y5qwP0. Meallerdeki sıralama bir tercih sıralaması değil alfabetik sıralamadır. Ziyaretçilerimiz takip etmek istedikleri mealleri sol sütundan seçerek ilerleyebilirler. Tercihlerinin hatırlanması için "Tercihimi Hatırla" tıklanmalıdır. Velleżîne hum li-emânâtihim ve’ahdihim râ’ûneVe öyle kişilerdir onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.Ve yine kurtuluşa erecek mü’minler şunlardır ki; Onlar borç, rehin ve oy verme gibi emanetlerine ve verdikleri sözlere ve sözleşme senetlerine riayet ve sadakat üzerindedirler. Ve onlar ki, emanetlerini ve verdikleri sözü yerine kamu görevlerini, sorumluluklarını yerine getirenler, toplumda güven ortamı sağlayanlar, emanete, ahitlerine, taahhütlerine, sözlerine riayet edenlerdir.Yine onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.Yine Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet ki, emanetlerine ve verdikleri söze riayet o müminler ki, emanetlerine ve verdikleri sözlerine riayet emanetleri korur ve verdikleri sözleri yerine inanlılar ki, emanetlerin, ahitlerin korurlarOnlar, emanetlerine ve sözleşmelerine sadakat mevdû’ emânetlere hıyânet itmeyub ta’ahhüdâtını îfâ idenler bahtiyâr emanetlerini ve sözlerini yerine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet onlar o müminler ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler;Onlar ki kendilerine emanet edilen şeylere dikkat ederler. Verdikleri sözleri de yerine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler,Ve onlar ki emanetlerine ve ahidlerine riayetkârdırlarOnlar, kendilerine verilen emanetler için sözlerine bağlı kalan kimselerdir.Öyle mü'minler ki onlar emânetlerine ve ahidlerine o kimseler ki, onlar emânetlerine ve sözlerine riâyet emanetleri ve ahitlerini yerine getirmeyi özenle inananlar ki kendilerine inanılan nesneleri, antları sıkı tutarlar,8, 9. O mü/minler ki emanetlerine, ahilerine riayetkârdırlar, namazlarını da muhafaza ederler [³].Onlar/mü’minler, emanetlerine ve verdikleri sözlerine riayet Krş. Nisâ,4/58Hakeza Onlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet o müminler ki, kendilerine gerek Allah’ın, gerekse insanların verdiği emânetleri en güzel şekilde korur, verdikleri sözü de mutlaka yerine getirirler. O müminler emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir;emanetlerine ve sözlerine sadık olanlar,Emanet edilenlere sahip çıkar, emanetlerine hıyanet etmez, verdikleri sözlere harfiyen uyarlar. Onlar, emanetlerine ve sözlerine uyanlardır. [*]Benzer mesajlar Mâide 51; Enâm 6152; Rad 1320; Nahl 1691; İsrâ 1734; Meâric 70 Ve o mü’minler emanetlerini¹ ve sözlerini yerine getirirler ve namazlarına devam Bu iki âyetten “müt’anın haramlığı da anlaşılmaktadır. X2 7-9. âyetlerin aynısı için Bk. Mearic 31-33ve onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine sadakat gösterirler,Onlar ki, emanetlerine ve verdikleri ahitlerine riayet ederler. 2/177, 3/75, 4/58, 8/27yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler;Ve o mü'minler ki, onlar, emanetlerine ve ahdlerine riayet müminler üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam tamına tutarlar. Ahitler Gerek kendi aralarındaki akitler, gerekse Allah Teâlâya karşı verdikleri omü'minler emanetlerine ve ahidlerine özen gösterirler.Felâh bulan mü'minler Şunlardır ki emânetlerine ve va'adlerine mürâ'ât emanetler ve üstlendikleri görevler konusunda titiz davranan emanetlerine ve sözleşmelerine mü'minler, emanet ve ahidlerine riayet müminler, emanetlerine, ahitlerine saygı duyup sahip anlar kim anlar emānetlerine daħı 'ahdlarını anlar kim emānetlerini ve ahdlerini riāyet mö’minlər ki, əmanətlərini və əhdlərini qoruyub saxlayarlar onlara tapşırılmış əmanətə xəyanət etməz, verdikləri sözü yerinə yetirərlər;And who are shepherds of thee pledge and their covenant,Those who faithfully observe their trusts and their covenants;28692869 Trusts may be express or implied. Express trusts are those where property is entrusted or duties are assigned by some one to some other whom he t... Devamı..
1- Müfessirler demişlerdir ki "Rasulullah hizmet eden yahudi bir çocuk vardı. Yahudiler ona yaklaştılar ve ondan Rasulullah'ın baş tarağını ve tarağın dişlerinden bir miktar alıncaya kadar ayrılmadılar. O da onlan aldı ve onlara verdi. Onlar da Rasulullah sihir yaptılar. Yahudi Lebib b. el-A'sam bu işi üzerine aldı. Sonra adına "Zervan" denilen Benî Zurayk Kuyusu'nda o sihri gizledi. Bu sebeple Rasulullah hastalandı. Başının saçları yayıldı ve saçıldı. Bu, altı ay devam etti. Görülüyordu ki kadınlar O'na gidiyorlar, fakat O kadınlara gitmiyordu. Rasulullah erimeye başladı. Başma geleni de bilmiyordu. Birgün uyurken ansızın O'na iki melek geldi. Birisi baş tarafına, diğeri de ayak tarafına oturdu. Baş tarafına oturan dedi ki "Bu adama ne oluyor?" Diğeri de "Tubbe yapıldı" dedi. Öbürü "Tubbe nedir?" diye sordu. Diğeri de "Sihirdir" dedi. Öbürü "O'na kim sihir yapmış?" dedi. Diğeri "Yahudi Lebib b. el-A'sam" diye cevap verdi. Sordu ki "Ne ile sihir yapmış?" O da "Saç tarağryla" dedi. "O nerededir?" diye sordu. Diğeri "Zirvan Kuyusu'nda taşın[11] altında hurma çiçeğinin kabuğuna sarılı.[12] Rasulullah uyandı ve buyurdu ki "Ey Aişe anladın mı? Allah Teala bana hastalığımı haber verdi." Sonra Ali, Zübeyr ve Ammar b. Yasir'i gönderdi. Bu kuyunun suyunu boşalttılar. Sanki su, bekletilmiş üzüm gibiydi. Sonra taşı kaldırdılar ve hurma çiçeğinin kabuğunu çıkardılar. Bir de baktılar ki, Rasulullah tarağı ile tarağının dişleri ve bir de o cuffede kendisinde on bir düğüm bulunan bağlanmış ve iğne ile birbirine geçirilip batırılmış bir ip var. Bunun üzerine Allah Teala Muavizeteyn Sûreleri'ni indirdi. Rasulullah herbir âyeti okudukça bir düğüm çözüldü. Rasulullah rahatladı. Son düğümler de çözülünce Rasulullah sanki bağlandığı bir ip etrafından çözülmüş gibi rahatladı. Cebrail şöyle demeye başladı "Seni Allah'ın adıyla tedavi ediyorum. Sana eziyet veren her şeyden, hased edenden, nazar edenden, Allah sana şifa versin." Bunun üzerine dediler ki "Ey Allah'ın Rasulü, habisin başını yaralım mı? Onu öldürelim mi?" Rasulullah buyurdu ki "Allah bana şifa verdi. İnsanlara şer dağıtmayı hoş görmem." Bu davranış da Rasulullah hilmindendir. yumuşaklığındandır.[13] 2- Muhammed b. Abdirrahman b, Muhammed b. Cafer, Ebû Amr Muhammed b. Ahmed el-Hîrî'den, o Ahmed b. Ali el-Mevsılî'den, o Mücahid b. Musa'dan, o Ebû Usame'den, o Hişam b. Urve'den, o babasından, o da Aişe haber vererek dedi ki "Rasulullah sihir yapıldı. O, öyle bir hale geldi ki yapmadığı halde birşey yapmış vehmine kapıldı." Hz Aişe diyor ki "Birgün benim yanımdayken Allah'a dua etti ve O'nu çağırdı. Sonra dedi ki "Ey Aişe hissettin mi? Allah kendisinden istediğimi bana verdi." dedim ki "Nedir o ey Allah'ın Rasulü?" Buyurdu ki; "Bana iki melek geldi." yukarıda geçen kıssayı detaylı [14] Bu hadisi Buhari, Ubeyd b. İsmail'den, o da Ebû Usame'den rivayet etmiştir. Bu hadis Sahiheyn'de birçok senedle rivayet edilmiştir. [15] 3- îbnu Abba'tan Ebu Salih, ondan Kelbi tarikından Delâili’n-Nübüvve isimli kitabında Beyhakî anlattı -RasûluUah, çok şiddetli bir şekilde hastalandı. Ona iki melek geldi. Onlardan biri başı ucunda, diğeri ayak ucunda oturdu. Ayak ucunda olan melek, baş ucunda olan meleğe -Ne görüyorsun?, diye sordu. Baş ucundaki Melek -Tıb, dedi. Ayak ucundaki Melek -Tıb, nedir?, dedi. Baş ucundaki Melek -Sihirdir, diye cevap verdi. Ayak ucundaki Melek -Ona kim sihir yaptı?, dedi. Baş ucundaki melek Yahûdî Lebîd îbni Â'sam, dedi. Ayak ucundaki Melek -Sihir nerede?, dedi. Baş ucundaki Melek -Falan oğlunun kuyusunda, taş altında bir bahçe içinde, keriyyeye gitsinler suyu çıkartsınlar, taşı kaldırsınlar sonra keriyyeyi alsınlar ve yaksınlar, dedi. Sabah olunca Rasûlullah, Ammâr îbni Yâsir'i bir grupla gönderdi. Onlar keriyyeye geldiler. Baktılar ki suyu kına gibi. Kuyunun suyunu çıkarttılar sonra taşı kaldırdılar ve keriyyeyi aldılar, yaktılar. Bir de baktılar ki orada on bir tane düğüm olan bir ip var. Rasûlullah'a, Felak ve Nas Sureleri indirildi, Rasûlullah âyeti okudukça bir düğüm çözüldü. Bunun aslı için bu surelerden başka Sahih’te şahit vardır. Onun için bu sûrelerin nüzulüne şahit vardır. [16] 4- Enes İbni Mâlik'ten Rebî İbni Enes, ondan Ebu Caferi Râzî tarikından Delâil’de Ebu Naîm anlattı- Yahudiler Rasûlullah'a bir şey yaptılar. Bundan dolayı Aleyhisselâm'a şiddetli bir acı isabet etti. Onun yanına ashabı girdiler, onunla aklını kaçıracağını zannettiler. Ona Cebrail, Muavvezeteyn ile geldi. Ashabı, onlarla Rasûlullah'ı taavvüz ettiler. Rasûlullah ashabına sıhhatine kavuşmuş olarak çıktı, dedi. [17] 5- Sa'lebî'nin tefsirinde İbn Abbâs ve Hz. Aişe'den rivayetle zikrettiği bir hadiste onlar şöyle anlatıyor Yahudilerden bir çocuk Hz. Peygamber sa'e hizmet ederdi. Yahudiler onun aklını çelip Rasûlullah sa'ın taradığı saçlarından ve tarağından bir kaç diş almasını istediler. O da bunları alıp yahudilere verdi. Yahudiler de bunlarla Rasûlullah sa'a büyü yaptılar. Bunu yapan kişi içlerinden İbn A"sam adında birisiydi. Yaptıktan sonra o büyüyü Züreyk oğullarının kuyusuna attılar ki o kuyuya Zervan denilirdi. Bu büyü ile Rasûlullah sa rahatsızlandı. Başında saçları dağıldı. Altı ay süreyle kadınlara gittiğini görüyor ona öyle geliyor ve fakat onlara aslında yaklaşmamış oluyordu. Bir iş yaptığını sanıyor ve fakat yapmamış oluyordu. Erimeye başlamıştı fakat başına ne geldiğini bilmiyordu. Bir gün uyuduğu bir sırada kendisine rüyasında iki melek geldi. Birisi baş tarafına, diğeri ayak ucuna oturdu. Ayak tarafına oturan baş tarafına oturana "Adamın nesi var?" diye sordu. Başucundaki "Hasta olmuş." dedi. Ayakucundaki "Neden hastalanmış?" diye sordu. Başucundaki "Kendisine büyü yapılmış." dedi. "Ona kim büyü yapmış?" sorusuna da "Yahudi Lebîd ibn A'sam." demiş. "Ona ne ile büyü yapmış?" sorusuna da "Tarağı ve taraktan düşen saçıyla." cevabını vermiş. "Peki o büyü nerede?" deyince de "Bir hurma çiçeğinin kabuğunda, Zervan kuyusunun dip taşının altında." diye cevap vermiş ve o sırada Hz. Peygamber sa uykusundan uyanmış ve "Ey Aişe, farkında mısın Allah Tealâ bana ilâcımı bildirdi." buyurmuş, sonra da Ali, Zübeyr ve Ammâr ibn Yâsir'i o büyüyü alıp getirmeye göndermiş. Kuyunun başına gelmişler, kuyunun ipini çekmişler, kuyudaki su sanki kına suyu gibiymiş. Kayayı kaldırmışlar, altındaki hurma çiçeği kabuğunu çıkarmışlar. İçinde Hz. Peygamber sa'in saçından düşen kıllarla, tarağından kırılmış iki diş ve yanında bağlanmış bir ip varmış. İpin üzerinde iğne ile dikilmiş on iki düğüm varmış. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu iki Sûreyi indirmiş de her âyet okundukça bir düğüm çözülmüş ve Rasûlullah sa, ondan her bir düğüm çözüldükçe bir hafiflik hissediyormuş. Nihayet son düğüm de çözülünce rahatlayıp sanki ipten kurtulmuş gibi kalkmışlar. Cibrîl "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'ın adıyla sana rukye muska yaparım; seni rahatsız eden her kötülükten, hasedçiden ve gözden. Böylece Allah sana şifa verir." demiş. "Ey Allah'ın elçisi, o pis herifi tutup öldürelim mi?" dediklerinde Rasûlullah sa "Bana Allah şifa verdi. İnsanlara kötülük etmekten nefret ederim." buyurmuş. İbn Kesîr bu haberi zikrettikten sonra bunda ğariblik ve münkerlik bulunduğunu da söylemiştir.[18] 6- Seâlibî Tefsirinde bu yahudi Lebîd ibnu'l-A'sam ile birlikte kızlarının da Rasûlullah sa'a büyü yaptıkları ve "Düğümlere üfürenlerin şerrinden" ile onların kastedildikleri ayrıntısına da yer verilmiştir.[19] 7- Neysâbûrî, Hz. Peygamber sa'in büyü yapılmış olarak kaldığı süreyi altı ay değil sadece üç gece olarak zikreder.[20] 8- Hadise Hz. Peygamber sa'e yahudiler tarafından büyü yapılması olayı Buhârî ve Müslim'de de muavvizeteyn Sûrelerinin nüzul sebebi olduğu tasrih edilmeksizin anlatılmıştır.[21] Burada Lebîd ibnu'l-A'sam Züreyk oğullan yahudilerinden birisi olarak zikredilirken Müslim'deki rivayette kuyunun adı Zî Ervân kuyusu olarak verilmektedir.[22] Esbâb-ı Nüzul Kitabı böylece tamamlanmış oldu. Allah'a hamd, Rasulü'ne salât ve selâm olsun. Rasulü'nün Ehl-i Beyti'ne ve onlara güze! bir biçimde tabi olanlara da. salât ve selâm olsun.[23] 9- Bu surenin nüzul sebebi Buhari ve Müslim'de Hz. Aişe'den yapılan rivayete göre, Yahudi Lebid b. A'sam'm Rasulullah sihir yapmasıdır. Bir hurma kabuğuyla sihir yaptı ona. Rasulullah saç telleri ve tarağın dişleri, bir de yay kirişi, onda da iğneler batırılmış on bir düğüm vardı. Bunun üzerine Muavvizeteyn indirildi. Bir ayet okudukça bir düğüm çözülüyor, Rasulullah kendisinde bir hafiflik hissediyordu. Son düğüm çözülünce kalktı, bağdan çözülmüş gibi hareketli idi.[24] Cebrail Rasulullah okuyarak "Allah'ın adı ile seni okuyorum. Sana eziyet eden herşeyden. Hasetçinin ve gözün şerrinden. Allah sana şifa versin!" dedi.[25]
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَىٰ حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا Ve yut’ımunetta’ame ’ala hubbihi miskiynen ve yetiymen ve esiyren. Kelime Okunuşu Anlamı Kökü وَيُطْعِمُونَ ve yuT’ǐmūne ve yedirirler الطَّعَامَ T-Taǎāme yemeği حُبِّهِ Hubbihi sevdikleri مِسْكِينًا miskīnen yoksula وَيَتِيمًا ve yetīmen ve yetime وَأَسِيرًا ve esīran ve esire Abdulbaki Gölpınarlı Abdulbaki Gölpınarlı Ve ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula ve yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlar. Abdullah Parlıyan Abdullah Parlıyan Allah’a olan sevgileri için veya mala olan sevgilerine rağmen yemeklerini yoksula, yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlardı. Adem Uğur Adem Uğur Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Ahmed Hulusi Ahmed Hulusi O’nun sevgisi ile yoksulu, yetimi ve ellerine mahkûm olanları doyururlar. Ahmet Varol Ahmet Varol Kendilerinin ona sevgi duymalarına rağmen yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Ali Bulaç Ali Bulaç Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Ali Fikri Yavuz Ali Fikri Yavuz Yoksula, yetime, esire seve seve yemek yedirirler. Bayraktar Bayraklı Bayraktar Bayraklı 7-10 Adaklarını yerine getirirler ve kötülüğü yaygın olan bir günden korkarlar. Sevdikleri gıdalardan yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz, size sırf Allah rızası için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık, ne de teşekkür bekliyoruz. Çünkü biz suratsız, çok katı bir günün azabından ötürü Rabbimizden korkarız” derler. Bekir Sadak Bekir Sadak Onlar icleri cektigi halde, yiyecegi yoksulla, oksuze ve esire yedirirler. Celal Yıldırım Celal Yıldırım 8-9 Allah sevgisi için veya mala olan sevgilerine rağmen fakire, yoksula, yetime ve esîre yedirirler. Sizi ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz. Cemal Külünkoğlu Cemal Külünkoğlu 8-10 Ve kendileri ihtiyaç duydukları halde yiyeceklerini, fakire, yetime ve esire ikram ederler ve yedirdikleri kimselere şöyle derler “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz, yüzleri asık duruma getiren çetin bir günde Rabbimizin azabından korkarız.” Diyanet İşleri Diyanet İşleri Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Diyanet Vakfı Diyanet Vakfı Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Edip Yüksel Edip Yüksel Yoksula, öksüze ve tutsağa sevdikleri yiyecekleri yedirirler. Elmalılı Hamdi Yazır Elmalılı Hamdi Yazır Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler. Fizil-al il Kuran Fizil-al il Kuran Onlar içleri çektiği halde yemeklerini yoksullara, yetimlere ve tutsaklara yedirirler. Gültekin Onan Gültekin Onan Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Harun Yıldırım Harun Yıldırım İçleri çektiği halde yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Hasan Basri Çantay Hasan Basri Çantay Yemeğe olan sevgi lerine ve iştihâlarına rağmen yoksulu, yetimi, esîri doyururlar dı. Hayrat Neşriyat Hayrat Neşriyat Ona o mala olan arzularına ve kendi ihtiyaçlarına rağmen, yoksula, yetime ve esire yemek yedirirlerdi. İbn-i Kesir İbn-i Kesir Onlar; yoksula, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler. İlyas Yorulmaz İlyas Yorulmaz Sevdikleri yiyeceklerden fakirlere, yetimlere ve esirlere yedirirler. İskender Ali Mihr İskender Ali Mihr Ve sevdiği taamı yemeği, miskinlere fakir ve yoksullara, yetimlere ve esir olanlara yedirirler. Kadri Çelik Kadri Çelik Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Muhammed Esed Muhammed Esed Ve kendi istekleri ne kadar çok olursa olsun, muhtaçlara, yetimlere ve esirlere yedirirler, Mustafa İslamoğlu Mustafa İslamoğlu ve kendi istek ve arzularına rağmen muhtaçlara, yetimlere ve esirlere yedirirler; Ömer Nasuhi Bilmen Ömer Nasuhi Bilmen Ve taam yedirirler, onu sevdikleri halde yoksullara ve yetimlere ve esir olanlara. Ömer Öngüt Ömer Öngüt Kendi canları çektiği halde; yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Sadık Türkmen Sadık Türkmen Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği; yoksula, yetime ve esire yedirirler Seyyid Kutub Seyyid Kutub Onlar içleri çektiği halde yemeklerini yoksullara, yetimlere ve tutsaklara yedirirler. Suat Yıldırım Suat Yıldırım Kendileri de ihtiyaç duydukları halde yiyeceklerini, sırf Allah’ın rızasına ermek için fakire, yetime ve esire ikram ederler. Süleyman Ateş Süleyman Ateş Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği yedirirler Şaban Piriş Şaban Piriş Sevmelerine rağmen yemeği düşküne, yetime ve esire yedirirler. Tefhim-ul Kur'an Tefhim-ul Kur'an Kendileri, ona karşı duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Nuri Öztürk Yoksula, yetime ve esire, yemeği severek yedirirler. Yusuf Ali İngilizce Yusuf Ali İngilizce And they feed, for the love of Allah, the indigent, the orphan, and the captive,-
YORUM AHMET KURUCAN Uzun bir başlık ama her biri Allah’ın muradını doğru anlamada çok büyük öneme sahip kavramlar. Herkesin malumudur, ülkemiz insanı da dahil olmak üzere İslam dünyasının en büyük problemlerinden birisi insanlarımızın din söz konusu olduğunda “allame” kesilmeleridir. Bunu bütün bütün engellemenin hem mümkün hem de doğru olduğuna inanmıyorum. Bununla beraber bir sınırının olması gerektiği de izahtan vareste. Dini alanda bazı şeyler vardır ki hemen herkesin bildiği, gündelik hayatta çok sık karşılaşılan veya tekrarlanan ameller cümlesindendir. Böylesi bir konuda ilmihal seviyesinde bile olsa sahih bir temele oturan bilgileriyle bir insanın konuşmasını, bildiğini bir sohbet ortamında aktarmasını, sorulduğunda konunun uzmanı olmadığının bilincinde olarak cevap vermesini çok normal karşılarım. Ama konu gerçekten uzmanlık isteyen bir şey ise işte insan orada durmasını bilmelidir. Zira sınır aşılırsa Allah muhafaza insan farkında olmayarak kendini Allah adına ahkam kesen bir yerde bulabilir. Onun için başlıkta zikrettiğim ayetlerin mana, nüzul sebebi, metin içi ve metinler arası münasebet, bağlam ve mesaj Allah’ın ne dediğini ve ne demek istediğini anlamak için oldukça önemli kavramlardır. Okumakta olduğunuz yazı, özellikle ayetler hakkında konuşurken Kur’an bilgimizin seviyesini göstermede bir ayna olması ve dikkatli olmamız gerektiğine dair bir uyarı amacıyla kaleme alınmıştır. Bunun için kısa tarifler, açıklamalar ve örneklerle sözünü ettiğimiz kavramları anlatmaya çalışacağız. Eğer yazı bu sonucu hasıl ederse amacına ulaşmış demektir; etmediği ise meramımızı net bir şekilde anlatamadığımızdan dolayı hata bizdedir. Mana’dan başlayalım. Mana, ayetin ilk okunduğunda zihinde çağrıştırdığı literal/zahiri manadır. Kur’an’ın dili olan Arapçayı bilmek burada hayati bir ehemmiyete sahiptir. İmam-hatip düzeyindeki bir Arapça bilgisinden bahsetmiyorum. Ayette geçen kelimelerin anlam çeşitliliğine, gramer bilgisine vakıf olacak ölçüde bir Arapça bilgisi şart. Yoksa ayeti doğru anlamanın ilk adımında çok büyük yanlışlıklara düşmek mümkündür. Bu ölçüde dile vukufiyet ve özellikle nüzul dönemi Arap toplumunun sosyal hayat yapısını bilmek de gerekir. Zira Kur’an ile nüzul toplumu arasında diyalektik bir ilişki vardır ve bu ilişkinin somut verileri sözünü ettiğimiz dil ile Kur’an’da kendisine yer bulmuştur. Zihar, lian vb. belki bugün Arap toplumlarında bile karşılığı olmayan nice uygulamalar akla gelen ilk örneklerdendir. Bırakın Arapça bilmeyi ellerindeki mealler ile ahkam kesenlerin, Allah adına konuşanların kulakları çınlasın! Nüzül sebebi ayetin inmesine vesile teşkil eden hadisedir. Bu açıdan nüzul sebeplerini bildiğimiz ayetleri yukarıda ifade ettiğimiz Allah ile nüzul toplumu arasında cereyan eden diyalektik ilişkinin sonucu olarak değerlendirebiliriz. Dolayısıyla ayetleri doğru anlamanın ikinci adımı sahih bilgi temeline dayalı olmak şartıyla ayetlerin nüzul sebeplerini bilmektir. Şu unutulmamalı, daha önce yaşayan peygamberlerin kıssaları dahil Kur’an’daki ayetlerin hemen hepsi hayatın tabii akışı içinde karşılaşılan somut hadiseler üzerine inmiş, bazısında açık ve net “yap” ya da “yapma” şeklinde emirler ve yasaklar verilirken bazılarında Müslümanların yüz yüze ve karşı karşıya olduğu sorunlarla alakalı mesajlar verilmiştir. Her iki hususla alakalı birer örnek vereceğim. Meşhur vakıadır, İstanbul’un fethi esnasında bir sahabi, canını koruma adına güvenlik önlemi almaksızın düşmana saldıran bir arkadaşını görünce onu bu davranışından vaz geçirmek ister ve “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ayetini okur. Askerî açıdan baktığında doğru bir uyarı ve bu uyarıyı Kur’an ayeti ile temellendiriyor diyebilirsiniz. Ama nüzul sebebinden kopuk ve bağımsız olarak ele alınan bu cümle Allah’ın muradını yansıtmıyor. Bunu bu hadiseye şahit olan Ebu Eyyup el-Ensari’den dinleyelim. “Ey mü’minler! Yanlış anlaşılmasın! Bu ayet, biz Ensar hakkında nazil oldu. İslam ve Müslümanlar Medine’de güçlenince biz Hz. Peygamber’e “artık mallarımızın başına geçsek, onları nemalandırsak” dedik. Bunun üzerine Allah “Allah yolunda infak ediniz de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” 2/195 ayetini gönderdi.” Görüldüğü gibi Allah’ın “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın” beyanındaki uyarısı, muradı, maksadı Müslümanların bağ ve bahçe gibi dünyevi işlerle fazlaca meşgul olup, din yolunda kendilerinden beklenen mücadeleyi terk ve ihmal etmeleridir. Şunu demek istiyorum; o sahabinin hiçbir güvenlik önlemi almadan ölesiye düşmana saldırması karşısında uyarı yapması gayet makul ve yerinde ama bu uyarıyı söz konusu ayetle temellendirmeye çalışmak doğru değil. İkincisi, hicret öncesi 13 yıllık Mekke hayatında maruz kalınan zulümler, işkenceler, sürgünler olduğunda daha önceki ümmetlerin de imanları uğruna benzer zulüm, işkence ve sürgünlere maruz kaldığının anlatılması ayetin doğru anlaşılmasında nüzul sebebinin önemini belirten bir örnek olarak sunulabilir. “Ey inananlar! Yoksa siz, sizden önceki müminlerin çektiklerine benzer sıkıntılar çekmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihayet peygamber ve beraberindeki müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” diye feryat etmişlerdi. Öyleyse siz de sabredin ve şunu iyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.” Bakara, 2/214 Burada Allah müminlere karşılaşmış oldukları sıkıntılara katlanmaları için bunun tabii olduğunu, daha önceki ümmetlerin de başına geldiğini bildiriyor. İmanları uğrunda bu sıkıntılara katlanmaları gerektiği mesajını veriyor. Yoksa bazı oryantalistlerin ifade ettiği gibi mitolojik bir efsaneden, hikâyeden, masaldan bahsetmiyor. Metin içi münasebet kısa veya uzun hiç fark etmiyor, kendi içinde anlam bütünlüğü taşıyan bir ayetin sadece bir kesitini alıp diğer kesitlerini devre dışı bırakmaktır. İtiraf edeyim kendi vaizliğim yıllarında da çok yaptığım ve hala daha çokları tarafından defalarca yapılan bir hatadır bu. Yukarıda nüzul sebebi yönüyle ele aldığımız “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ayeti bu açıdan da örnek verilebilir. Ebu Eyyup uyarıları ile biliyoruz ki o ayet Müslümanlar Medine’de rahata erince Efendimiz’den mallarının, bağ ve bahçelerinin başına geçmek istemeleri üzerine nazil olmuştu. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi “Ey müminler! Malınızdan-mülkünüzden Allah yolunda harcayın. Bu yolda malınızı harcamaktan kaçınıp da kendi kendinizi tehlikeye atmayın. Allah’ın emirlerini ihlas ve samimiyetle yerine getirin. Çünkü Allah iman ve ibadette ihlaslı olanları sever.” 2/195 Konu ile alakalı bir başka misal “Ben de sizin gibi bir insanım, yalnız bana vahyolunuyor.” 41/5 Hz. Peygamberin bir beşer/insan ama aynı zamanda Allah’tan vahy alan bir Peygamber olduğunu beyan sadedinde dile getirilen bir ayettir bu ve zannediyorum şu ana yüzlerce-binlerce defa duymuşuzdur bunu din adamlarından. Ama şu sorular genelde ya sorulmaz ya da cevapsız kalır; ayet bu kadar mı? Devamı var mı? Varsa ne denilmektedir? Bana vahy olunuyor dediğini göre ne vahy edildiğine dair bir şey söylenmekte midir?” Bu sorular cevaplanmayınca bağlamından kopuk olarak ele alınan ve alındığı kadarıyla da anlam bütünlüğüne sahip olan bu cümle İslam dışı diyebileceğimiz uygulamalara da mesned teşkil edebiliyor. Mesela, bazı tarikatlarda şeyhin, Peygamberin vekili olduğu, dolayısıyla peygambere nasıl vahy olunuyorsa şeyh’e de ilham olunduğu bu ayetle temellendirilmeye çalışılıyor. İlham’ın hakikatina inanmıyor değilim ama Peygamber ve vahy ilişkisinin peygamber varisi, şeyh ve ilham üçgeni içinde ele alınmasını doğru bulmuyorum. Halbuki bu ayet Mekke’de Efendimizin müşriklere karşı verdiği tevhid mücadelesi zamanında inmiştir. Mekke müşriklerinin Kur’an’dan yüz çevirmesi, hatta açıkça kalplerimiz kapalı, kulaklarımızda ağırlık ve seninle bizi davet ettiğin şey arasında perdeler var” dedikleri bir zamanda inmiş ve ben de sizin gibi bir insanım dedikten sonra inen vahyin mahiyeti anlatılmıştır. Ayetin tam manası şöyle “Ey Peygamber! Onlara de ki “Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana gerçek ilahinizin, tek bir ilah olduğu vahy ediliyor. Şu halde, dosdoğru O’na yönelin, sapmadan O’nun yolunda yürüyün ve günahlarınız için O’ndan bağışlanma dileyin.” O’na şirk koşanların vay haline! Metinler arası münasabet, bağlam ve mesajı da bir sonraki yazıda kaleme alalım. Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
YORUM AHMET KURUCAN İki haftalık aradan sonra ayetlerin manası nüzul sebebi metin içi ve metinler arası münasebeti, bağlamı ve mesajı başlıklı yazıma kaldığım yerden devam ediyorum. Yayınlanan yazımda bu kavramların hepsinin Allah’ın maksadını doğru anlamada çok büyük öneme sahip olduğunu söylemiş, ilk üçü üzerinde kısaca durmuş ve metinler arası münasebete gelmiştik. Metinler arası münasebet; savaş esirlerine davranış tarzı ile alakalı Kur’an’da iki tane ayet vardır. İlki Enfal suresinde. Şöyle diyor Allah “Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip, ezici bir üstünlük sağlayıp hakim hale gelmedikçe, hiçbir peygambere esir alması ve esirleri fidye karşılığı serbest bırakması yakışık almaz. Ey müminler. Siz belli ki fidye ve ganimet gibi gelip geçici dünya menfaatlerini istiyorsunuz. Halbuki Allah ahiretteki mükâfata nail olmanızı ve bu mükâfat için çalışmanızı istiyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 8/67 İkinci ayet ise Muhammed suresinde. Orada da şöyle buyuruyor Allah “O kafirler/müşriklerle savaşta karşı karşıya geldiğinizde onları ezip geçin. Size karşı direnme güçlerini tamamen kırıp onları etkisiz hale getirdiğinizde sağ kalanları esir alın. Daha sonra onları ister karşılıksız ister fidye karşılığında serbest bırakabilirsiniz. Böyle yapın ki onların bir daha sizinle savaşacak hal ve mecalleri kalmasın. Evet, yapılması gereken budur. Gerçi Allah dileseydi onları savaşsız da cezalandırırdı. Fakat O, birbirinizle savaşmanızı takdir ederek sizi sınamak böylece hem sizin samimiyet ve sadakatinizi hem de gücünüz karşısında müşrikleri hor ve hakir hale düşmesini gözler önüne sermek istedi. Allah kendi yolunda savaşanların gayretlerini asla boşa çıkarmayacaktır.” 47/4-5 Ne görüyorsunuz bu iki ayet arasında? Net konuşalım, savaş esirlerine davranış şekli, muamele tarzı adına birbiri ile çelişen iki ayrı beyan, iki ayrı hüküm? İlkinde yeryüzünde hâkim hale gelinceye kadar esir almanız ve fidye karşılığı salmanız yakışmaz; ikincisinde aynı amaç adına esir alın, isterseniz fidye karşılığı salıverin. Allah’ın kendi beyanında kendisi ile çelişmesi söz konusu olmayacağına göre, bu durum nasıl izah edilebilir? Ayeti nazil olmuş olduğu tarihi zeminden kopartıp literal bir okuma yaparsanız bu çelişkiyi izah edemezsiniz. Ama ilk ayetin Bedir, ikinci ayetin Hayber sonrası siyasi, askeri, dini, ekonomik arka plan şartlarının birbirinden farklı olduğu zamanlarda nazil olduğunu, mitolojik değil tarihsel ve toplumsal bir gerçekliğe çözüm olarak beyanda bulunduğunu, esirlere yönelik her iki muamele tarzının devrin cari uygulamaları ile kesiştiğini, hatta ikinci ayette esirleri öldürme seçeneğinin kaldırıldığını öğrenince meselenin çelişki değil, birbirini tamamlayan hatta esirlere muamele tarzında daha insanı adımlar atıldığını görebilirsiniz. Bunun için yapılacak şey yukarıda örneğini ve kısa açıklamasını gördüğümüz gibi ayetlerin ilk muhataplarına nazil olduğu o tarihi zeminde ne dediğini anlamaktan geçer. Çok defa ifade ettiğim gibi eğer ayetleri -sadece ayetleri de değil hadisleri de, İslam alimlerinin hukuki görüşlerini de hatta sıradan insanların herhangi bir meselede söylediği sözleri de- söylendiği tarihi zeminden kopartırsanız, o sözlere her türlü anlamı yükleyebilir, o anlam üzerinden her türlü yorumu yapabilirsiniz. Ama unutmamalı, bu defa konuşan siz olursunuz, Allah, Hz. Peygamber veya o söz sahibi değil. İkinci misal, daha önce bu sayfalarda yayınlanan cihat yazılarımda ifade ettiğim bir gerçek. Kur’an’daki cihat, kıtal, katl, harb ile alakalı ayetleri nazil olduğu tarihi zeminden kopartıp mutlak bir metin olarak değerlendiren bazı ulema, seyf/kılıç ayeti diye adlandırılan Tevbe süresi 5. ayeti ile gayri müslimlerle Müslümanların tabii haklara, din ve ifade özgürlüğüne sahip eşit bireyler olarak birlikte yaşamalarını ifade eden bütün ayetlerin nesh olduğunu, hükmünün ortadan kaldırıldığını söylüyor. O yazılarda 5’li bir tasniften bahsetmiştim. İsteyenler tekrar bakabilir. Allah rahmet eylesin Suriye’li büyük alim Said Ramazan el-Buti’de aynı çerçevede 4’lu bir tasniften söz eder. Ona göre gayri müslimlerle savaşmada 4 dönem olmuştur. İlki, Mekke’nin ilk yıllarında gizli davet. İkincisi, yine Mekke’de savaşsız açık davet. Üçüncüsü, Medine’nin ikinci yılından Hudeybiye’ye kadar savaşlı açık davet. Dördüncüsü; iman etmeleri için savaş. Delil Müşrikleri nerede bulursanız öldürün.” Ve emsali ayetler. Ne görüyorsunuz yukarıdaki iki tasnifte? Bir; savaş tek boyutlu olarak ele alınmış. O boyut ise sadece din ve dine davet. İkincisi, “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün” ayeti ile diğer ayetlerin hükmü ortadan kaldırılmış. Üç, dört, beş daha birçok yorumu sıralayabilirsiniz. Sıralayacağınız bu hususlar yukarıda zikrettiğimiz müslümanlarla gayri Müslimlerin birlikte yaşamaları için zemin oluşturan, özgürlük, adalet, eşitlik vb. temalarına vurgu yapan yüzlerce ayettir. Dolayısıyla seyf/kılıç ayeti eğer bu ayetlerin tümünün hükmünü ortadan kaldırmışsa birbirine zıt iki ayrı anlamlar içeren ayetlerle karşı karşıyayız demektedir. Nasıl aşacağız bunu? Esir ayetlerinde dediğim gibi ayetlerin nüzul toplumu şartlarında ilk muhataplarına ne dediğini anlamakla işe başlayacağız. Nitekim alimlerimiz daha çok erken dönemlerden itibaren bunun farkında olduğu için söz konusu karışıklığı aşabilmek adına birçok usul geliştirmişlerdir. Anlam yöntemi diyebileceğimiz usul/metodoloji ilminde ortaya koydukları umum-husus, mutlak-mukayyed, mücmel-mufassal, hakikat-mecaz, muhkem-müteşabih, te’vil, tehir, nesh, istihsan, maslahat ve daha nice kavram evvelemirde bu zihni karışıklığı ve çelişki gibi gözüken hususları sonlandırabilmek, Allah’ın maksadını daha iyi anlayabilmek ve uygulayabilmek için üretilmiş metodlardır. Hatta ulemamız bu metodların ayetlere tatbikinde öyle noktalara varmıştır ki bazen nasslar maslahatlar karşısında tahsis dahi edilir demişler ve hükmü de ona göre vermişlerdir. Belki bir başka yazı dizisinin konusu olan bu hususu şimdilik bir kenara bırakalım ama yeri gelmişken Şelebi’den bir iktibasta bulunayım. Şelebi Ta’lilu’l Ahkam’ında özellikle Hanefilerin nassları maslahatlara binaen tahsis etmelerinin şer’i naslara, ayetlere, hadislere muhalefet değil, tam aksine muvafakat diye anlatır. Zira nasslar insanların maslahatların temini için nazil olmuştur ama zaman başkalaştığı ve işler mahiyet değiştirdiği için aynı maslahatların sağlanması, nassın zahiri manasından ayrınılmasını gerektirmiştir. Şelebi, Ta’lilu’l-Ahkam, s,361 Şelebi istihsan’ı anlatırken ele aldığı bu önemli konuda nassların varlığına rağmen icma -ki buradaki kasdı kamunun ortak vicdanı/kanaati demektir- zaruret, hafi kıyas, örf ve maslahat gibi gerekçelerle verilen hükümlerden örnekler sunar. Şatibi de ünlü Muvafakat adlı eserinde naslarla mübareze söz konusu olduğunda amellerin sonuçlarına bakarak maslahatın celbi mefsedetin def’inin öncelendiği açıkça ifade eder. Şatibi, Muvafakat, 4/206 Zira nassların doğrudan uygulanması maslahatı değil mefsedeti netice verecektir. Maalesef Kur’an, Hz Peygamber sas ve sahabi örnekliğine dayandırılarak kurucu imamlarla sistematize edilmeye başlanan ve tedvin asrı boyunca devam eden bu damar daha sonraları kesilmiştir. Damar derken kastım İslam’ın vurguladığı değerleri önceleyen ve katı bir biçimde uygulanan şekilcilikten kısmen uzak, meseleleri Allah’ın maksadı, insanların maslahatı ekseninde ele alıp içtihada geniş bir alan açan literatürde ashab’ı re’y veya Irak ekolü dediğimiz ekoldür. Bunun karşısında “Nasslar karşısında maslahatlara itibar edilmez” diyen ve sistemlerini bu anlayış üzerine bina eden ulema da vardır ki ehlinin malumu olduğu üzere onlara ashab’ı hadis/Hicaz ekolü denilmektedir. Farkındayım metinler arası münasebet derken söz mecburen farklı bir mecraya kaydı ama meselenin daha iyi anlaşılması adına bir-iki paragrafla bile olsa bu ilave açıklamayı yapmayı zaruri gördüm. Bitirmeyi düşünmüştüm ama bitiremedim. Bağlam ve mesajı da bir sonraki yazıda ele alayım. Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
insan suresi 8 ayet nüzul sebebi